Christopher yorgun bir şekilde, çaresizce adımlarını sürüyerek yavaşça salınan ağaçlardan, ayaklarının altındaki tozlu yoldan, gökyüzünden, her şeyden bezmiş bir halde yürüyüşüne devam etti. Sabahtan beri yürüyordu ve ondan önceki gün, ondan önceki gün ve ondan önceki günler, sanki yıllar önce, yürümeye başlamadan önce terk ettiği yere doğru sürüklenip gidiyordu. Tarlalar boyunca kasvetli bir şekilde yükselen büyük, yaşlı gövdelerini ona doğru eğen ağaçların yanından geçiyordu; Bir kavşakta başka seçeneği yokmuş gibi orman yoluna sapmış, sonra geriye dönüp seçmediği diğer yola, tarlaların arasından huzur içinde geçip kasabanın içine dalan, görüş alanının ötesinde bir yerlerde sonlanan yola dönüp bakmıştı.
Bir kedi ormana girdikten kısa bir süre sonra ona katılmıştı. Christopher’ı ilk başta şaşırtan ama sonra garip bir şekilde rahatlatan hızlı bir gölge gibi ağaçların arasından çıkmış , kedilerin korktuklarında sergiledikleri arkadaşlığı göstererek ona sığınmıştı. Christopher, dinlenmek için bir kez durduğunda, yolun kenarındaki büyük bir taşın üzerine oturup, kedinin kulaklarını ovdu kuyruğunu şefkatle çekerek “Nereye gidiyoruz, dostum? Bir fikrin var mı?” diye sordu, kedi gözlerini anlamlı bir şekilde kırpıştırdı.
‘Ormana girdiğimizden beri bir ev görmedim,’ dedi Christopher kediye ve gökyüzüne bakarak, ‘Çok geçmeden hava kararacak,’ . Çevresindeki ağaçları tedirgin bir şekilde seyretti, sessizlikte kendi sesinden rahatsız olmuştu, sanki ağaçlar onu dinliyor ve dinlerken birbirlerine ciddiyetle başlarını sallıyorlardı.
‘Endişelenme,’ dedi Christopher kediye. ‘Elbet yol bir yere çıkacak.’
Karanlık çökmeden bir saat önceydi, Christopher ve kedi yolun bir dönemecinde durakladılar, çünkü ileride bir ev vardı. Evin önünde yola kadar uzanan düzgün bir taş çit uzanıyordu, bacalarından duman yükseliyordu, kapılar ve pencereler çivilenmemiş, basamaklar kırılmamış, menteşeleri sarkmamıştı. Rahat görünümlü, taştan yapılmış, patikasız ormanda kolayca bulunabilecek türden eski bir evdi, etrafında doğru dürüst bir yol bile yoktu. Christopher, tercih etmediği diğer yolu geçirdi aklından ve sonra kediyi de peşine takıp evin ön kapısına doğru ilerledi.
Ağaçların arasından bir nehrin sesi geliyordu. Nehir ormanın efendisi gibiydi temiz taşların üzerinden ve korkmadan karanlık ağaçların arasından tatlı ve düzenli bir şekilde akıyordu.
Christopher eve, herhangi bir kulübeye, çiftliğe, banliyö evine veya şehir dairesine yaklaşır gibi yaklaştı, davetkar ön kapıyı nazikçe ve keyifle çaldı.
‘İçeri girin,2 dedi kapıyı açan kadın, Christopher denileni yaptı, kedi de onu takip etti.
Kadın geri çekilip bir süre Christopher’a baktı gözleri meraktan iri iri açılmıştı; Christopher kadının bakışlarına karşılık verdi ve genç olduğunu fark etti, belki çok değil ama böyle bir ormanın ortasında yaşamak için fazla gençti.
Kadın ‘Uzun zamandır buralıyız,’ dedi, sanki adamın düşüncelerini okumuş gibi. Evin girişindeki karanlıktan dolayı belki biraz daha yaşlı diye düşündü adam, saçları yüzünün etrafında hafifçe kıvrılmıştı ve gözleri yüzünün geri kalanı için fazlasıyla genişti, sanki kasvetli ormanı görebilmekte zorlanıyor gibiydi. Üzerinde uzun yeşil bir giysi ve belinde otlardan yapılma ipe dolanmış bir kemer vardı; ayakları çıplaktı. Adam kapının eşiğinde öylece durup kadınla bakışırken, kedi koridora dalıp köşelerden, kapalı kapıların önünden geçip merakla dolaşmaya başlamıştı bile, durup, koridorun en uzak ucundan yükselen merdivenin ışıksız yüksekliğine baktı.
“Başka bir kedinin kokusunu alıyor,” dedi. ‘Bizde de bir tane var.’
Evin iç tarafından bir ses duyuldu ‘Phyllis!’
Kadın Christopher’a gergin bir şekilde gülümsedi ‘Lütfen gel! Kendin gör kim geldi,’ dedi.
Adam kadını koridorun ardındaki kapıya kadar takip etti ve kapı açıldığında onları karşılayan aydınlık içini rahatlattı. Doğrudan, şöminesinde güçlü bir ateşin yandığı ve ormanın ikindi sonrası loşluğuna karşı, masa ve raflara yerleştirilmiş üç gaz lambasıyla iyice aydınlatılmış büyük, sıcak bir mutfağa buyur edildi. Bir kadın sobanın yanında durmuş, buharı tüten, içindeki soğan ve otların çılgınca kokular saçtığı tencereleri izliyordu; Christopher, kedi gibi, sıcaklığın, ışığın ve soğan kokusunun inanılmaz güzelliğine karşı gözlerini kapattı.
Sobanın başındaki kadın Christopher’a dönerek ‘Pekala,’ dedi kendinden emin bir şekilde. Diğer kadının yaptığı gibi, onu dikkatlice inceledi ve sonra gözlerini mutfak duvarının üzerindeki, çizgilerin ve çarpıların kaba bir ölçüm sistemini gösterdiği çıplak, beyaz badanalı bir alana çevirdi. ‘İşte sana bir gün daha,’
‘Adın ne?’ diye sordu genç kadın Christopher’a, adam ‘Christopher’ dedi ‘Sizin adınız?’
‘Phyllis,’ dedi genç kadın. ‘Kedinizin ismi?’
‘Bilmiyorum,’ dedi Christopher. Hafifçe gülümsedi. ‘Benim kedim bile değil,’ diye devam etti, sesi soğan kokusundan etkilenmişti. ‘Beni buraya kadar takip etti.’
‘Ona bir isim vermemiz gerekecek,’ dedi Phyllis. Konuşurken Christopher’a bakmıyordu, ancak konuşmadığı zaman kocaman gözlerini tekrar ona çeviriyordu. ‘Bizim kedinin ismi Grimalkin.’
‘Grimalkin,’ diye tekrarladı Christopher.
‘Onun adı ise,’ dedi Phyllis, başıyla aşçı kadını işaret ederek. “Cissy Teyze.”
‘Circe,’ dedi yaşlı kadın inatla ocağa karşı. ‘Circe doğdum ve ölene kadar adım Circe olacak.’
Duruşundan ve sesinin tek düzeliğinden Phyllis’ten çok daha yaşlı görünmesine rağmen Christopher, lambaların ışığında yüzünü görebildiği kadarıyla- canlı ve berrak gözlere sahipti ve büyük demir tencereyi ocaktan kolayca kaldırıp mutfağın ortasındaki taş masaya taşıdığında kollarındaki güç adamı şaşırttı. Christopher ve Phyllis’i mutfağa kadar takip eden kedi, masanın yanındaki sıraya ve sonra masaya sessizce atladı; Phyllis, kediyi nazikçe iterek masadan indirmeden önce bir süre Christopher’ı dikkatle süzdü.
‘Kedinize bir isim bulmamız gerekecek,’ dedi özür dilercesine, kedi aşağı atlayıverdi.
‘Kitty,’ dedi Christopher çaresizce. Ben kedilere her zaman ‘Kitty’ derim.
Phyllis başını iki yana salladı. Konuşmak üzereydi ki, Cissy Teyze bir bakışla onu durdurdu ve Phyllis hızla mutfağın köşesindeki demir bir sandığayöneldi, masaya sermek için bir örtü aldı, ağır taş tabaklar ve kupaları masanın dört köşesine dizdi. Christopher, sırtı masaya dönük bir şekilde bankta oturdu, masaya dahil olmak gibi bir niyeti olmadığını, sadece yorgun olduğu için oturduğunu, samimi ve özel olarak davet edilmediği sürece masaya katılmayacağını belli etmek ister gibiydi.
‘Neredeyse hazırız, o zaman? dedi Cissy Teyze. Gözlerini masanın üzerinde gezdirdi, bir çatalı düzeltti ve geri çekildi, bakışları bir an bile Christopher’a yönelmedi. Sonra kapının yanındaki duvara doğru gidip orada sessizce bekledi, Phyllis onun yanına gitti. Onları izlemek için başını çeviren Christopher, salondan yaklaşan ayak seslerine dönmek zorunda kaldı ve bir dakikalık bitmeyen bir duraklamadan sonra kapı açıldı. İki kadın saygıyla uzak duvarın yanında durdu ve Christopher nedenini bilmeden ayağa kalktı, içeri girenin ev sahibi olduğunu anlamıştı. Bu orta yaşın sonlarında bir adamdı; omuzlarını ne kadar sertçe geriye çekmiş olsa da güçsüzlüğünü saklayamıyordu. Yorgun yüzü çizgilerle doluydu ve ağzı, omuzları gibi, teslimiyetle aşağı sarkıyordu. Kadınlarınkine benzer beli iple bağlı uzun yeşil bir cüppe giymişti ve kendisi de çıplak ayaklıydı. Arkasındaki salonun karanlığıyla kapıda dururken, beyaz başı yumuşak bir şekilde parladı ve meraklı gözleri, yaşlı kadının yaptığı gibi, üst duvardaki kaba ölçüm sistemine dönmeden önce uzunca bir süre Christopher’ı süzdü.
‘Seni burada görmekten onur duyarız,’ dedi sonunda Christopher’a; sesi uğultulu ağaçlar gibi yankılanıyordu. Konuşmadan, taş masanın başındaki yerine oturdu ve Christopher’a sağına oturması için işaret etti. Phyllis kapının yanındaki yerinden kalkıp Christopher’ın karşısına geçti ve Cissy Teyze masanın ucundaki yerini almadan önce hepsine demir tencereden servis yaptı. Christopher önündeki tabağa baktı, soğan ve etin zengin kokusu onu karşıladı, bu yüzden yemeye başlamadan önce bir dakikalığına tekrar gözlerini kapattı. Başını kaldırdığında Phyllis’in başının üzerinden karanlık pencereyi görebiliyordu, ağaçlar o kadar yakındı ki dalları cama doğru eğilmişti: içeri bakan karmaşık bir yaprak ve dal kalabalığı.
‘Sana ne diyeceğiz?’ diye sordu yaşlı adam sonunda Christopher’a.
‘Ben Christopher’ım,’ dedi tabağına veya pencereye bakarak.
‘Çok mu uzaklardan geldin?’ dedi yaşlı adam.
‘Çok uzaklardan,’ dedi Christopher gülümseyerek. ‘Sanırım gerçekte olduğundan da uzak,’ diye ekledi.
‘Benim adım Oakes,’ dedi yaşlı adam.
Christopher kendini toparlamaya çalıştı. Bitmek bilmeyen yolculuğundan sarhoş olmuş, karanlıktan ve sanki onu gözetleyen ormandan, ev sahibinin masasına tanışmadan oturmaktan bütün bu şeylerden huzursuz olmasına rağmen bu garip eve girdiğinden beri açıkçası etkilenmişti. Christopher yutkunarak Bay Oakes’a döndü ve şöyle dedi,
‘Beni içeri aldığınız için çok naziksiniz. Eğer almasaydınız, sanırım bütün gece ormanda dolaşıyor olurdum.’
Bay Oakes başıyla Christopher’u onayladı.
‘Sanırım biraz korkmuştum,’ dedi Christopher, küçük ve utangaç bir kahkaha atarak. ‘Bütün o ağaçlar,”
‘Haklısın,’ dedi Bay Oakes sakin bir şekilde. ‘Bütün o ağaçlar.’
Christopher minnettarlığını yeterince gösterip göstermediğini merak etti. Daha fazlasını söylemek istiyordu, durumunu açıklığa kavuşturabilecek bir şeyler: Örneğin geceyi burada mı geçirecekti yoksa karanlıkta tekrar ormana mı gidecekti; eğer geceyi burada geçirirse, sabahleyin bu akşam yemeği gibi bir yemek daha yiyebilir miydi. Cissy Teyze tabağını ikinci kez doldurduğunda, Christopher ona gülümsedi. “Bu kesinlikle harika,” dedi ona. ‘Daha önce bu kadar keyif aldığım bir yemek yememiştim.’ Cissy, Bay Oakes gibi onu başıyla onayladı.
‘Elbette yemek ormandan geliyor,’ dedi Bay Oakes. ‘Circe soğanlarını nehir kenarında topluyor, ama neyse bunlarla sıkmayayım seni.’
‘Yo sıkılmam,’ dedi Christopher, geceyi burada geçirmeyeceğini hissederek. ‘Yarın evi görmen için yeterince zaman olacak,’ diye ekledi Bay Oakes. ‘Sanırım öyle, dedi Christopher, geceyi evde geçirebileceğini anlamıştı.
‘Bu gece,’ dedi Bay Oakes, sesini biraz yumuşatarak. ‘Bu gece, senin hakkında, yolculuğunda gördüklerin ve bıraktığın dünyada neler olup bittiği hakkında bir şeyler dinlemek isterim.’
Christopher gülümsedi. Geceyi gösterdikleri konukseverlik sayesinde orada geçirebileceğini bilerek rahatlamıştı. Cissy Teyze’nin güzel yemeği onu memnun etmişti ve ev sahibiyle sohbet etmeye hazırdı
‘Buraya nasıl geldiğimi gerçekten bilmiyorum,’ dedi. ‘Sadece ormana giden yolu kullandım.’
‘Buraya gelmen için ormanın içinden geçmen gerekir,’ dedi ev sahibi.
‘Ondan önce,’ diye devam etti Christopher, ‘Bir sürü çiftlik evi ve küçük bir kasabanın önünden geçtim – Bir kadından yiyecek bir şeyler bile istedim ve beni geri çevirdi.’
Şimdi, karnı Cissy Teyze’nin güzel sıcacık yemeğiyle dolu artık buna gülebiliyordu.
‘Ve ondan önce,’ dedi, ‘Çalışıyordum.’
‘Sen bir okullusun galiba,’ dedi yaşlı adam.
‘Elbette. Nedenini bilmiyorum.’
Christopher sonunda Bay Oakes’a döndü ve açıkça konuştu. ‘Nedenini bilmiyorum,’ diye tekrarladı. ‘Herkes gibi bende bir süre okula takıldım ama sonra bıraktım, öylece ayrıldım, sebepsiz yere.’
Bay Oakes’a Phyllis’e, sonra da Cissy Teyze’ye baktı; onu boş bir beklentiyle süzüyorlardı. Durdu, yorgun bir şekilde, ‘İşte buraya gelmeden önceki hayatım sanırım bu kadar’ dedi.
‘Yanında bir de kedi getirmiş,’ dedi Phyllis yumuşak bir sesle, gözleri yere bakarak.
‘Bir kedi mi?’ Bay Oakes mutfağa nazikçe baktı, Christopher’ın kedisinin ocağın altında kıvrıldığını gördü ve başını salladı. ‘Birisi de bir keresinde köpek getirmişti,’ dedi Cissy’ Teyzeye. ‘Köpeği hatırlıyor musun?’
Cissy Teyze başını salladı, yüzü değişmedi. Kapıda bir ses duyuldu ve Phyllis kıpırdamadan, ‘Akşam yemeğine gelen Grimalkin’imiz,’ dedi. Cissy Teyze ayağa kalktı ve gidip kapıyı açtı. Christopher’ın siyah kedisine karşılık kaplan çizgili ama hemen hemen aynı büyüklükte bir kedi, Teyze Cissy’ye bakmadan mutfağa doğru koştu, doğrudan ocağa gitti, sonra Christopher’ın kedisini gördü. Christopher’ın kedisi tembelce başını kaldırdı, gözlerini kocaman açtı ve Grimalkin’e baktı.
‘Sanırım kavga edecekler,’ dedi Christopher gergin bir şekilde, oturduğu yerden yarı doğrularak. ‘Bir şey yapsak iyi olur,’
Ama çok geç kalmıştı. Grimalkin sesini ölümcül bir feryatla yükseltti ve Christopher’ın kedisi sobanın altındaki rahat koltuğundan kıpırdamadan tısladı; sonra Grimalkin biraz gardını düşürünce Christopher’ın kedisi tarafından hazırlıksız yakalandı. Tıslayarak ve çığlık atarak, birbirlerine daldılar, sonra Grimalkin, Cissy’ Teyze’nin onun için açtığı kapıdan bağıra çağıra dışarı kaçtı.
Bay Oakes içini çekti. ‘Kedinizin adı ne?’ diye sordu.
‘Çok üzgünüm,’ dedi Christopher, akılsız kedisinin ikisini de yataktan mahrum bırakmış olabileceği korkusuyla. ‘Gidip Grimalkin’i dışarıda bulayım mı?’
Bay Oakes güldü. ‘Kıçına güzel bir tekme yedi,’ dedi, ‘Geri dönmeye hakkı yok.’
‘Şimdi,’ dedi Phyllis yumuşak bir sesle, ‘Kedinize Grimalkin diyebiliriz, artık bir adı var, Grimalkin gitti, bu yüzden kedinize bu ismi verelim.”
Christopher o gece evin en üst katındaki taş bir odada uyudu, holün karanlık merdivenleri bu odaya çıkıyordu. Bay Oakes onun için odaya bir mum taşıdı ve Christopher’ın kedisi, artık Grimalkin adını taşıyarak sıcak sobanın yanından ayrılıp onu izledi. Oda küçük ve derli topluydu ve yatak, Christopher’ın ev sahibi gittikten sonra gözden geçirdiği gibi taş bir banktı, şaşkınlıkla yatağın yaprakla kaplı olduğunu ve battaniye olarak ayı postuna benzer ağır bir kürk kullanıldığını fark etti.
‘Burası oldukça büyük bir orman,’ dedi Christopher kediyi ellerinin arasına alarak. ‘Ve oldukça ilginç bir aile.’
Christopher’ın odasının ve evdeki tüm pencerelerin önünde, camlara sertçe çarpan ağaçtan bir duvar vardı. ‘Acaba bu yüzden mi bu evi taştan yaptılar?’ diye sordu kediye. ‘Ağaçlar onu al aşağı etmesin diye?’ Christopher’ın rüyalarına bütün gece boyunca ağaçların sesi karıştı ve uyurken minnettar bir şekilde yanında mırıldanan, kocaman tüylü kedisine sarıldı.
Sabah Christopher mutfağa indi, Phyllis ve Cissy Teyze yeşil cübbeleriyle sobanın etrafında koşturuyorlardı. Onu merdivenlerden aşağı takip eden kedisi, hemen mutfağa geçip sobanın altına oturdu Cissy’ Teyzeyi beklentiyle izlemeye başladı. Phyllis taş masayı kurduğunda ve Cissy Teyze yemeği hazırladığında, ikisi de önceki gece yaptıkları gibi Bay Oakes’un içeri girmesini beklediler. O geldiğinde, Christopher’a başıyla selam verdi ve oturdular, Cissy Teyze hepsine servis yapıyordu. Bay Oakes tek kelime etmedi ve yemek bittiğinde ayağa kalkıp Christopher’a onu takip etmesi için işaret etti. Sessizce kapalı kapıları olan salona çıktılar ve Bay Oakes durakladı.
‘Elbette evin sadece bir kısmını gördünüz,’ dedi. ‘Hizmetçilerimiz bu salona çağrılmadıkları sürece mutfakta kalıyorlar. ‘Nerede uyuyorlar?’ diye sordu Christopher. ‘Mutfakta mı?’ Kendi sorusuyla hemen utandı ve Bay Oakes’a bir cevabı hak etmediğini ima edercesine garip bir şekilde gülümsedi, ancak Bay Oakes eğlenerek başını salladı ve elini Christopher’ın omzuna koydu.
‘Mutfak zemininde,’ dedi. Sonra başını çevirdi, ancak Christopher onun güldüğünü görebiliyordu. ‘Circe,’ dedi, ‘holün kapısına daha yakın uyuyor.’ Christopher yüzünün kızardığını hissetti
‘Çok eski bir ev, değil mi?’.
‘Çok eski,’ dedi Bay Oakes, sanki soruya şaşırmış gibi..” ‘Çok kıymetli bir ev benim için’
‘Kuşkusuz’dedi Christopher.
‘Burada,’ dedi Bay Oakes, girişin her iki tarafındaki iki büyük kapıdan birini açarak. ‘Arşiv burada tutuluyor.’
Christopher onu takip etti ve Bay Oakes, taş bir masanın üzerinde duran mumu yakıp yukarı kaldırdı ve Christopher taş duvarların, düzensiz üst üste yığılmış raflarla kaplı olduğunu gördü. Bazı raflarda büyük, deri kaplı kitaplar duruyordu ve diğerlerinde taş tabletler ve parşömen ruloları vardı.
‘Çok değerliler,’ dedi Bay Oakes biraz üzgün bir şekilde. ‘Elbette, onları nasıl kullanacağımı hiç bilmiyorum.’ Yavaşça yürüdü ve kocaman bir cilde dokundu, sonra Christopher’a göstermek için döndü parmakları tozla kaplıydı. ‘Üzüntüm,’ dedi, ‘Bu büyük değere sahip şeyleri değerlendirememek.’
Kitapların eskiliğinden ürken Christopher, kapıya doğru geri çekildi. ‘Bir zamanlar,’ dedi Bay Oakes başını sallayarak, ‘çok daha fazlası vardı. Çok, çok daha fazlası. Bu odanın kayıtları tutacak kadar büyük yapıldığını duydum.’
Mumu taşıyarak Christopher’ı odadan çıkardı ve arkalarındaki büyük kapıyı kapattı. Koridorun karşısında başka bir kapı onlara bakıyordu. Bay Oakes içeri girerken, Christopher bunun uyuduğu odadan daha büyük başka bir yatak odası olduğunu gördü.
‘İşte,’ dedi Bay Oakes, ‘Benim uyuduğum yer burası. Arşivi korumak için.’ Mumu tekrar yukarı kaldırdı ve Christopher, üzerinde ağır kürkler bulunan kendininkine benzer bir taş bank gördü ve yatağın üzerinde, duvarın taşları arasına çakılmış iki çiviye asılı uzun ve parlak bir bıçak yerleştirilmişti.
‘Arşivin bekçisi,’ dedi Bay Oakes ve Christopher’a mum ışığında gülümsemeden önce kısa bir iç çekti. ‘Bak iki arkadaş olduk artık,’ diye ekledi. ‘Biri diğerine evini gösteriyor.’
Ama- diye söze başladı Christopher, Bay Oakes gülerek sözünü kesti.
‘Gel sana güllerimi göstereyim,’
Christopher çaresizce onu koridora kadar takip etti, Bay Oakes mumu üfledi ve kapının yanındaki bir rafa bıraktı, sonra da ön kapıdan evin önündeki küçük açık alana çıktılar, burası yola kadar uzanan taş duvarla çevriliydi. Önlerindeki küçük bir mesafe ağaçlardan arınmış olsa da, orman taş duvarla ancak zar zor geri tutulmuş, ama yine de mümkün olduğunca ona yakınlaşmış, Christopher’ın bir önceki günden beri hissettiği gibi, küçük taş evi korkunç bir sahiplenmeyle kucaklıyordu.
‘İşte güllerim,’ dedi Bay Oakes, sesi sıcaktı. Konuşurken ormanın ötesine hesaplı bir şekilde baktı, gözleri ağaçlarla gülleri arasındaki mesafeyi ölçüyordu. “Onları kendim diktim,” dedi. İlk ben ormanı temizleyip bu alanı açtım. Bu vahşi doğanın ortasına güller dikmek istiyordum. Yine de,’ diye ekledi, ‘çevremizdeki bu canavarın arasından güller almak için Circe’yi göndermek zorunda kaldım, onları buradaki küçük açık noktama dikmek için.
Evin taşına muhteşem bir şekilde yaslanmış, neredeyse kapının yüksekliğine kadar muzaffer bir şekilde yükselen asmanın üzerinde büyüyen güllerine sevgiyle eğildi.
‘Her bahar kazıklara bağlanmaları gerekiyor,’ dedi Bay Oakes. Bir adım geri çekildi ve elini başının üstünden ölçtü. Dalları soyulmuş küçük bir ağaç kazığı yeterli olur .Circe onu alıp keskinleştiriyor ve gül asması eve yaslanırken onu bağlıyor.’
Christopher başını salladı. ‘Bir gün güller evi kaplayacak, sanırım,’ dedi. ‘Sence de öyle değil mi?’
Bay Oakes hevesle ona döndü. ‘Güllerim mi?’
Sakar parmaklarıyla evin duvarına karşı parlayan kazığa dokunurken ‘Öyle görünüyor,’ dedi Christopher.
Bay Oakes başını iki yana sallayarak gülümsedi.
‘Kim dikti sanıyorsun onları tabi ki ben,’
İçeri girip koridordan mutfağa geçtiklerinde Cissy Teyze ve Phyllis duvara yaslanmış onları bekliyordu. Taş masaya oturdular , Cissy Teyze yemek servisini yaptı. Bay Oakes yemeğini yerken hiç konuşmadı ve Phyllis ile Cissy Teyze de tabaklarıyla ilgilendiler. Yemek bittikten sonra Bay Oakes odadan ayrılmadan önce Christopher’ı selamladı ve Phyllis ile Cissy Teyze masadaki tabakları ve örtüleri temizlerken Christopher kedisini dizinin üzerine koyarak bankta oturdu. Kadınlar alışılmadık şekilde meşgul görünüyorlardı. Cissy Teyze, ocağın başına, bir düzine demir tencere koydu ve mutfağın köşesindeki bir girintiden özel bir mutfak aleti almak üzere gönderilen Phyllis, geri gelip aletin kaybolduğunu söyledi, bu yüzden Cissy Teyze yemek kaşığını bırakıp kendisi aramaya gitmek zorunda kaldı. Phyllis, taş masanın üzerine büyük bir hamur kalıbı koydu,o ve Cissy Teyze, yavaşça ve sevgiyle onun kaşık kaşık tadına bakıp tahminlerde bulunarak, birbirlerine gözleriyle sorular soruyorlardı.
‘Nedir bu telaş?’ diye sordu Christopher sonunda. ‘Bir ziyafet,’ dedi Phyllis, ona hızlıca bakıp sonra da bakışlarını kaçırdı.
Christopher’ın kedisi, Cissy Teyze tekrar mutfak girintisine çıkana ve Christopher’a yabani bir domuz gibi görünen bir şeyin bağlanmış karkasını taşıyarak geri dönene kadar mırıldanarak izledi. O ve Phyllis bunu büyük şöminenin önündeki şişe koydular ve Phyllis şişi çevirmek için yanına oturdu. Christopher’ın kedisi aşağı atlayıp Phyllis’in yanında yerini aldı ardından şiş çevrilirken büyük ocağın üzerine düşen yağ damlalarını tatmak için şömineye koştu.
‘Ziyafetinize kim geliyor?’ diye sordu Christopher eğlenerek.
Phyllis etrafına baktı ve Cissy Teyze ocaktan yarı döndü. Mutfakta bir sessizlik oldu, hareketsiz,neredeyse nefessiz bir sessizlik sonra, kapı açıldı ve Bay Oakes içeri girdi. Yatak odasından bir bıçak almıştı, Christopher’ın görmesi için umarsızca ona uzattı. Bay Oakes masaya oturduğunda, Cissy Teyze tekrar kilerde bir anlığına kayboldu ve bir biley taşıyla geri gelip Bay Oakes’ın önüne koydu. Bay Oakes, bilerek, keyifle yapılan hoş bir eylemin yavaş temkinliliğiyle bıçağı bilemeye koyuldu. Parlak bıçağı taşa dayadı, keskinliğini sonsuz bir hassasiyetle azar azar arttırdı.
‘Çok yol kat ettim demiştin değil mi’?’ dedi bıçaktan çıkan sesi bastırarak. Kısa bir an gözleri biley taşından ayrılıp Christopher’a odaklandı.
‘Oldukça uzun,’ dedi Christopher, biley taşını izlerken. ‘Tam olarak ne kadar yol aldığımı bilmiyorum.’
‘Sen bir okulluydun değil mi?’
Evet, dedi Christopher. ‘Bir öğrenci.’ Bay Oakes tekrar bıçaktan başını kaldırıp duvara işaretlenmiş cetvele baktı.
‘Christopher,’ dedi yumuşak bir sesle, sanki ismi tahminen söylüyormuş gibi.
Bıçak jilet gibi keskinleştiğinde, Oakes onu ateşten gelen ışığa doğru tuttu, bıçağı inceledi. Sonra Christopher’a baktı ve şakacı bir şekilde başını salladı. Şimdi doğru dürüst bir silaha benzedi.’
Cissy Teyze , ilk kez araya girerek, ‘Güneş battı,’ dedi.
Bay Oakes başıyla onayladı. Sonra, elindeki keskin bıçakla Christopher’ın yanına gidip kolunu onun omzuna doladı. ‘Gülleri unutmazsın değil mi?’ diye sordu. Eğer büyümeleri isteniyorsa ilkbaharda bağlanmaları gerekir.’
Eli bir süre Christopher’ın omuzlarında ısrarla kaldı ve sonra bıçağıyla arka kapıya yöneldi Cissy Teyze gelip kapıyı açana kadar bekledi. Kapı açıldığında, geri planda ağaçlar karanlık ve vahşi bir şekilde göründü. Sonra Cissy Teyze, Bay Oakes’ın arkasından kapıyı kapattı. Bir dakika sırtını kapıya yasladı, Christopher’ı izledi, sonra kapıyı tekrar açtı. Christopher, gözlerini dikmiş bir şekilde, Cissy’ Teyzenin beklediği gibi yavaşça açık kapıya doğru yürüdü ve arkasından Phyllis’in şömineden gelen sesini duydu.
‘Nehrin aşağısına gitti,’ dedi yumuşak bir sesle.
‘Takip et, peşi sıra git.’
Christopher’ın arkasından kapı sıkıca kapandı ve Christopher kendisine doğru uzanan ağaçlara korkmuş gözlerle baktı. Sonra nehir yönünden gelen sesi duydu, net ve ağaçların arasından yankılanıyordu, Oakes’ın sesi olduğundan da emin değildi.
‘Var mı bu ormana girmeye cesaret eden?
Dark Tales/Shirley Jackson- Çev. Zefir Edebiyat
