KOSİNSKİ’DEN KRİSTOF’A YAZINSAL BİR MİRAS:Doğu avrupa’DAN KAÇIŞ/ TANJU SARI

İki yazar var ki kökenleri kadar kaderleri de birbirleriyle ortak bir çok noktada buluşuyor. İlki Jerzy Kosinski diğeri Agota Kristoff. Her ikisi de Doğu Avrupa kökenli ve vatanlarını terk ederek batıya göçüyorlar ya da buna bir çeşit kaçış diyelim ve ardından yazın dili olarak yaşamlarının geri kalanını sürdürecekleri ülkelerin dillerini seçiyorlar. Memleketlerini değiştirerek kendilerini belki de güvene alıyorlar ancak anadillerini bir kenara bırakmaları bir terk edişi temsil ediyor, diğer taraftan bir türlü geride bırakamadıkları çok önemli bir şey var o da hafızalarından yazıya dökülen dehşetli anıları. Kurguyla karışık bir akış içerisinde eriyip giden bu travmalı anlatım günümüzde de hala savaş gerçeğiyle yüz yüze bir coğrafyanın, Doğu Avrupa’nın kaderini yansıtıyor bir anlamda.

Kosinski’yi Türk okurlar uzun zamandır tanıyorlar neredeyse bütün romanları Türkçeye kazandırıldı. Bu yazıda üzerinde duracağımız Boyalı Kuş romanı otobiyografik nitelikleriyle yazar hakkında bilgi verici bir ağırlığa sahip. Kosinski 1957 yılında Ford bursuyla Amerika’ya gidip iltica ettikten sonra yoğun bir İngilizce öğrenme evresinin ardından eserlerini bu dille yazmaya başlıyor ve bir anda anlattıklarının karanlık, şiddet içeren büyüsü Amerikan okuyucusu tarafında çok tutuluyor. Bu arada kitapta geçen hikayelerin Polonya’nın folklor hikâyelerinden çalındığı ve özgün olmadığı iddia edilse de hatta yazarın Amerikan gizli servisi tarafından desteklendiği ortaya atılsa da bütün bu söylenceler ikinci planda kaldı. Boyalı Kuş romanı etkisini hala hissettiren bir baş yapıt ve ilgiyle okunmaya devam ediyor. 

Agota Kristoff ise daha genç bir yazar ve çevirileri dilimize ancak 2000’li yıllarda yapılmış bir yazar. Krsitoff Macaristan doğumlu ve Macar baharı diyebileceğimiz kalkışma Sovyetler tarafından bastırılınca kocası ve dört aylık çocuğuyla birlikte kaçıp İsviçre’ye sığınıyor.1986 yılında basılan üçlemesiyle büyük başarı kazanıyor, bu yazıda da ‘Büyük Defter’, ‘Kanıt’, ‘Üçüncü Yalan’ başlıkları altında yayımlanan bu üçlemeyi mercek altına alacağım. Kristof yazın dili olarak Fransızca’yı benimsiyor. Onun da Kosinski gibi yeni diline alışma süreci oluyor ama Kristof biçemini yalınlaştırarak dil problemini aşmaya çalışıyor. Metinlerinde son derece kısa cümlelerle basit bir Fransızca kullanmayı tercih diyor ya da buna zorunlu hale geliyor. Bu kısa cümleler açımlanmaya çalışan bir ruh halinin çaresizliği gibi görülebilir ama yazarın anlatımındaki karanlık noktalarla uyum sağlıyor ve dile yoğunluk katıyor. 

Kristof’da Kosinski gibi travmalı geçmişinin karabasanı altında ve batılı okuyucunun rastlamadığı bir Avrupa trajedisiyle edebiyat yapıyor ve ilgi çekmeyi başarıyor. Onun da konularında hem ahlaki boyutta hem de insani kavrayışımızın ötesinde daima sıra dışı bir savruluş bulunmakta. İki yazar da işgal altındaki ülkelerinden bahsediyor ve karakterlerini öyle karanlık bir ortam içerisinde yeşertmeye çalışıyorlar ki bir zaman sonra bu karakterler de o karanlığın parçası olmaktan kurtulamıyorlar, trajik olduğu kadar baskıcı, yok edici politik bir dünya tarafından sarmalanıyorlar. Kosinski’de Nazi işgali, Kristof’da Stalinci totaliter bir rejim sosyalist işçileri ezmektedir. 

Bu terörle dolu dünyadan estetik bir anlatım çıkarmada her ikisi de ustalaşmayı başarmışlardır. Kosisnki’yle başlayacak olursak, Boyalı Kuş’un onu dünyaya tanıtan eser olduğunu biliyoruz. Boyalı Kuş Kosinski’nin başka romanlarında bulamadığımız otantik bir çekiciliğe sahiptir. Romanı irkilerek okurken aynı zamanda hayranlık uyandıran pasajlarla karşılaşırız. Olay örgüsü son derece basittir, İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi bir çocuk Doğu Avrupa’da Nazi işgalindeki bir ülkeden kaçmaya çalışır. Kaçmak ifadesi burada aslında oradan oraya sürüklenmekle eş anlamdadır. Agota Krist of’un karakterleri de kaçar ama onların gideceği yer daha belirlenmiş gibidir ama Kosinski’nin Boyalı Kuş’unda insanlar yoksunluk, cahillik, korku ve köksüzlükle mücadele ederler. Bunları geride bırakmaya çalışan bir Yahudi çocuktur ve her türlü kötü muameleye maruz kalır, Kosinski bu konumlanmada Yahudilere karşı gösterilen hoşgörüsüzlük hatta yok etme eylemine vurgu yapar gibidir ama ona sorulduğunda bunun bir Yahudi’nin hikayesinden çok evrensel bir travma anlatımı olduğunu söyler. Çocuk kaçış serüveninden önce Marta adında bir kadının kulübesinde kalmaktadır. Bu kulübe imgesi Kristof’da da rastladığımız bir şeydir, daha çok tam ev olamamanın kırsalda bulunmanın vurgusudur. Marta yılan besleyen her haliyle bir cadıyı andıran garip bir kadındır. Kızdığı zaman çocuğa lanet bir çingene, şeytanın piçi olduğunu söyler. Çocuk, anne babasını beklemektedir ama artık bu umudu da gittikçe yok olur. Batıl inançlara ve ritüellere batmış bu kadının kulübesinden kurtulmak kaçınılmaz olmuştur. Sonunda Marta ölür ve ölümünden sorumlu tutulmak korkusuyla çocuk Kulübeden kaçar. Zira hep kötü şans getirmekle suçlanmıştır, köylüler tarafından öldürülmekten korkar. Kaçışı ve Bilgiç Olga denilen kadın tarafından bir hayvan gibi satın alınmasıyla başka bir boyunduruğun altına girer. Bu kadın çeşitli büyüler yaparak geçimini sağlamaktadır. Roman boyunca çingenelik-Yahudilik- büyü ve uğursuzluk üçgeni çokça işlenir. Boyalı Kuş’taki kadın karakterler de cadılık ve doğa üstü güçlere sahiptir ya da bu tür metafizik ilintilere sahiptir. Örneğin Olga’nın yaptığı işleri tasvir eden bir paragraf gerçeküstü olabilecek niteliklere sahiptir.

’Olga, kançıbanlarını, ur ve her çeşit şişliği yarmayı, çürük dişleri çekmeyi iyi bilirdi. Kan çıbanlarının içinden çıkanları sirkeye atar ve bir süre sonra bunu ilaç olarak kullanırdı. Yaralardan akan irini kaplarda toplar, günlerce mayalanması için bekletirdi. Çektiği çürük dişleri havanda ben ezerdim. Elde ettiğim tozu ağaç kabukla­rına koyup sobanın üstünde kuruturdum’ s.29. 

Çocuk Olga’ya çıraklık eder, onunla iyi ilişkiler kurar. Çocuksu dünyayla paganistik uygulamalar uyum içindedir. Bu durumdan köylüler de haberdar olsa gerek Olga’nın boş bulunduğu bir anda onu yakalayıp nehire atarlar. Kara çingene çocuk nehirde çaresizce sürüklenir. Sonunda bir şekilde kurtulur bir değirmenciye sığınır ardından da romanın isminin kaynağını öğreneceğimiz kuş satıcısı Lekh’le kalmaya başlar. Bu noktada boyalı kuşun hikâyesini öğreniriz.

’En güzel kuşlardan birini seçerdi. Kuşu bileğine bağladıktan sonra, bir sürü garip şeyi birbirine karıştırıp kokulu bir boya elde eder, de­ğişik renklerde, kutu kutu hazırlardı bu boyadan. Son­ra kuşun başını, kanatlarını, boynunu ebemkuşağı renkleriyle bezer, tüylerine bir demet yabani çiçeğin göz kamaştırıcı parlaklığını verirdi. …Tepemizde yeteri kadar kuş toplandığına inanırsa, Lekh, bir işaretle boyalı kuşu bırakmamı isterdi. Bulutların üstündeki küçük ebemkuşağı, mutlu ve özgür, yükselip kardeşlerinin gürültücü sürüsüne katılırdı. Diğerleri bir süre şaşkın bakarken benzerini görmedikleri kuş, boşu boşuna kendilerinden biri olduğuna onları inandırmaya çalışırdı. Parlak renklerin iyice şaşırttığı kuşlar onu kuşkuyla inceler sonra birbiri ardından saldırıp boyalı tüylerini gagalayıp yolmaya koyuyorlardı tüysüz ve kan içinde kalan zavallı kuş havada duramaz, düşerdi. Aynı sahne sık sık tekrarlanır kurbanlarımızı hep ölü bulurduk’’.s.61-62

Bu sembolik anlatım farklı görünene karşı tepkiselliğin ne boyutlara ulaşabileceğini çarpıcı bir şekilde aktarır. Çocuk aslında, çingene, Yahudi, pagan, büyücü ve uğursuz nitelemeleriyle boyanmış bir kuş gibidir. Bu farklılıklarıyla uygun ortam bulunursa linç bile edilebilir. 

‘Boyalı Kuş’  sevimsiz uzun sisli kışların, orta çağdan çıkıp gelmiş gibi duran acımasız köylülerin, sefil ilişkilerin ve daha bir yığın şiddet dolu ortamın romanıdır ama bunun ötesinde siyasi bir yanı da vardır. Örneğin Yahudilerin toplama kamplarına götürülüşü gördükleri eziyetler romanda yer alır diğer taraftan Alman askerlerinin iyilik yapabileceğine dair örnek de vardır. Başka bir bölümde çocuk ideolojik dünyayla tanışır. Sovyet sisteminde görevli Gavrila çocuğa komünist ideolojiyi tanıtır, tanrısız bir dünya olduğunu söyler ve ona okuma öğretir. Daha önce de bir papaz çocuğu çingenelikten ya da Yahudilikten kurtarmak için Hısirtiyanlığı dayatmaya çalışmıştır. Anlaşılacağı gibi Kosinski çocuğun aslında boş olan benliğini insanlığın türlü halleriyle doldurmaya çalışır. Bu serüven işgal altındaki bir ülkede değil de yeryüzünün çağlar içerisinde geçirdiği yanılgılar, idealler ve inançlar arasında geçer ve çoğunlukla büyük oranda hüsranla biten bir serüvendir. 

Tıpkı Kosinski’de olduğu gibi Agota Kristof’un evreni de çok farklı değildir. Şu çok açıktır ki Kristof’un Kosinski’den aldığı bir kurgulama mirası vardır hatta temaların benzerliği dikkatli bir okuyucuyu iki yazar arasında kuvvetli bir bağ olduğu yargısına götürüyor. Kristof bu Doğu Avrupa cehennemi imgesini onun içindeki kahramanları yine cadı kazanına atarak tekrar türetmekte. Kristof’un tıpkı Kosinski gibi bütün olay örgüsünü çocuklar üzerine kurması, yabanıl bir ortamın sürekli ön planda olması, kadınların karanlık bir dünyaya aitmiş gibi durmaları ve militer şiddetin her an gündemde olması ‘Boyalı Kuş’la Kristof’un üçlemesi arasında çok büyük oranda bir akrabalık olduğunu gösteriyor. 

Üçleme ‘Büyük Defter’le açılıyor. Bir kadın iki çocuğunu yıllardır arayıp sormadığı annesine bırakır. Anneannenin evi şehrin bir ucunda kırsala açılan bir yerdedir. Daha en baştan yalıtılmışlık imgesi aynı Kosinski’de olduğu gibi Kristof için de başvurulan bir tekniğe dönüşür. Çocuklar tıpkı Kosinki’nin çingene çocuğu gibi terk edilirler. Baba savaştadır gelip gelmeyeceği kesin değildir ve iki kardeş bundan sonra karanlık yolculuklarına çıkabilirler. Anneanne’yi tanıyanlar ona cadı derler ve anneanne kendi torunlarını it oğlu itler diye çağırır. Hiç yıkanmaz, donsuz gezer çişi gelince olduğu yerde durur bacaklarını açıp eteklerinin altından yere işer. Bütün bu çarpıklıkları Kristof sık sık romanları boyunca kullanır. Olabildiğine karanlık skeçler yaratır ve okuyucuya Boyalı Kuş’tan sonra dehşetin ikinci versiyonunu sunma çabası içerisinde gibidir. Çocukların önünde öyle bir dünya vardır ki iyi bir örneğe neredeyse rastlanmaz. 

Çocuklar ikiz olmalarının vurgusuyla birlikte dışardaki sert dünyaya karşı birlikte hareket ederler. Anlatıcı onları ayrıştırmadan tekli bir anlatıma yönelir. Üçlemenin ilk kitabında hayata tutunabilmek için her şeyi denerler. Dilenirler, sağır dilsiz rolü yaparlar, çeşitli hokkabazlıklar denerler ama bu arada kendilerini eğitmeyi de ihmal etmezler. Babalarından kalan İncil ve sözlükle bu işte belli bir yol kat ederler okula devam ettikleri de olur ama savaş koşullarında hiçbir şeyin sürekliliği yoktur. İletişim için dini bir referans olan İncil’e ve dili doğru kullanabilmek için bir sözlüğe sahip olmak ikizlerin yabancılıklarını ortadan kaldırmak için sarıldıkları simgelerdir.  Yeryüzününün karmaşasını kucaklayan göçmenleri andırırlar. Boyalı Kuş’taki nehire atılma metaforu Kristof için de hiç dinmeyen bir kötülük akışı şeklinde karakterleri önüne katar onları insanlığın dışındaki bir nehre fırlatır. Tecavüz ve ölüm hep yollarına çıkar, anneleri tam onları almaya gelmişken bir top mermisiyle parçalanır üstelik yanında üvey kardeşleri varken, çocuklar onu bahçeye gömerler. Daha sonra zaman geçer ve gömdükleri yerden bebeğin ve annelerinin iskeletini çıkarıp, temizleyip parlatırlar ve tavan arasına kaldırırlar. Bu bir anlamda geçmişlerinin de tavan arasında kaldırıldığını temsil eder. 

Kristof’un romanlarında kendi yaşamından kesitler verdiğine inanabiliriz, her ne kadar olayların geçtiği yeri tarihsel bir bağlama oturtmadan onun metinlerini okuyabilirsek de geçen konular itibariyle Doğu Avrupa’da büyük ihtimalle Macaristan’da olduğu kolayca tahmin edilebilir. Bu ülke demir perde’ye ait demokrasinin işlemediği bir ülkedir. Kaçmak için kahramanlar ilk önce nedenlerini ortaya koyan olaylar yaşarlar Kristof’un dili ve buluşları tavizsiz şiddet içerir. Örneğin ikizlerin babası en nihayetinde ilk kitabın sonunda çıkagelir ve sınırı geçip ülkeden kaçmayı planladığını çocuklara anlatır. Ancak baba bu girişimini başaramaz, bir mayına basar, parçalanarak ölür. Romanın bitiş cümlelerinde Kristof şunu yazar ’Evet, sınırı aşmanın bir yolu var: Birini önden göndermek.’ Ardından çocuklar babalarının hareketsiz bedeninin yanından geçerek öbür ülkeye geçerler.

Üçlemenin ilk iki kitabı doğrusal anlatımın ve bir süreç romanının tüm mimarisine sahiptir. İkinci kitap ‘Kanıt’ta ikizler ayrılırlar. Ancak bir tanesi karşıya geçmeyi başarmıştır. Kitaptaki anlatıcı geride kalan, 15 yaşındaki Lucas’dır. Hala anneannesinin evinde kalmaktadır. Lucas’ın eylemleri bu sefer ahlakçı ve doğrunun yanında yer alır görünmektedir. Bir kütüphaneci kadınla ilişki yaşar, ona bağlanır ama onun evlilik dışı ilişki içinde olduğunu öğrenince öfkelenir. Bir kitapçı dükkânı açar. Her haliyle rejim karşıtı gibi görünse de uyum sağlamaya çalışır. Romanın olay örgüsü ilkinde görünmeyen derecede karmaşıklaşmaya başlar. Lucas karakteri ilişkilerinde daha kompleks bir yapı sergiler, bağlanmalar, kayıplar yaşar ve orta yaşa geldiğinde ortadan kaybolur. Bu arada ’Kanıt’ta kitapçı olarak gördüğümüz Lucas’ın arkadaşı Victor kız kardeşiyle ensest ilişki yaşamıştır ve bu deneyimin ardından kız kardeşini boğarak öldürür. Buradaki ensest kavramının travmatik deneyimlerin kağıda dökülmesi yani yazı eylemiyle bir bağı olduğu düşünülebilir. Enseste neden olanın kız kardeş olması ve kadına biçilen bu aldatan ve sapkın ilişki yakıştırmaları Krsitof’un yazım tarzının çok tartışılmasına neden olmuş, bir kadın yazar olarak çoğu erkek yazarda olmayan erkeksi bir dili yeğlemiş olması eleştirilmiştir. Ancak aynı durum Kosisnki’nin romanlarındaki anlatım tonu için de geçerlidir. İki yazar da kadınlara ait sıra dışı portreler çizmekten geri durmamışlardır, bunun dramatik etkiyi arttırmak ve okuyucuyu kışkırtmak için kasten yapıldığı düşünülebilir. 

Hem Kristof hem de Kosinski’de aile bir araya gelemeyen üyelerden oluşur. Ya çocuk anne babasından ayrılmıştır onları bekler ya da kardeşler birbirlerinin izini kaybederler. Demir perde ülkelerinden batıya yapılan göçlerde ya da kaçışlarda aile üyeleri çoğu zaman bu parçalanmışlıkla yüzleşmek zorundaydılar. İlk olarak savaşın ayrıştırdığı aileler vardır ardından da totaliter bir rejimden kaçarak geride bırakılan aile fertleri. Parçalanmışlık kişinin kendine ait tarihini de bazı durumlarda istediği gibi kurgulamasına olanak verir. Aslında gerçek hayatta da bu tür durumlara rastlanmaktadır, birey yeni göç ettiği toplumda onun geçmişine tanıklık eden birine sahip olmadığından istediği gibi hikayesini düzenleyebilir.

Üçlemenin son kitabı ‘Üçüncü Yalan ’da Claus yalana başvurur. Ancak bu yalan gerçeğin ta kendisi de olabilir. Artık romandaki karakterlerin birbirine geçişli hale geldiği ve kurgusal olarak bir süredir bildiğimiz kabul ettiğimiz gidişatın hiç de öyle olmadığına inanabiliriz. Örneğin Claus’un hikayesinde bir kardeş yoktur, hatta büyükanne de yoktur sadece onu o şekilde çağırdığı yaşlı bir kadının yanında kalır. Sınırı geçer ve Lucas bir anda Claus olur. Kardeşini bulmak ister ama o da hayal gücünün bir ürünü olabileceği için bundan da çok emin değildir. Krsitof bu aşamada romanının bütünlüğünü yerle bir ederek her şeyi silikleştirmeyi seçer, bir anlamda hem romanına hem de okuyucuya bir demans hali yaşatmaya çalışır. Hatta ikinci kısımda Claus karşımıza bir harf değişimiyle Klaus olarak çıkar.

Yazınsal açıdan bakıldığında Kristof geç bir dönemde batının edebiyat dünyasına girmiştir. İsviçre’ye göç etmesinin ardından bir iki küçük yayın ve tiyatro eserleri haricinde ilk olarak 51 yaşında yayımladığı üçlemesiyle kendini belirgin kılar. Başta Amerika’ya göç etmeyi planlayan yazar belki de Kosinski’nin trajik intiharı ve bunalımlı yaşamına tanıklık ettiğinde Avrupa’da kaldığını sevinmiştir. İki yazar da ağır bir yükle batıyı kurtuluş olarak görmüş bu yolda dillerini değiştirmekten çekinmemişlerdir ancak öyle görünüyor ki Doğu Avrupa’nın sorunlu coğrafyası bu yazarların benliğini rahat bırakmamıştır.

KAYNAKLAR

Kosinski,Jerzy, Boyalı Kuş, e yayınları,İstanbul,1971.

Kristof,Agota, Büyük Defter-Kanıt-Üçüncü Yalan,YKY,İstanbul,2020.

Kristof,Agota,The Notebook-The The Proof-The Third Lie- Three novels by Agota Kristof,Grove Press, New York,1997.

Tijeniç, Milena,European Literary Immigration into the French Language, Rodopi NY,2008.