DEVRİK/ Nazlı akın

Seni bir satranç taşı gibi devirmek istiyorum. Hayır, oyunu bilmiyorum. Kuralları da. Beni büyüleyen, yıkılan bir insana benzemesi devrilen taşın. Ama sen o kadar diksin ki! Acıların, içine girmek istemediğin odalarda birikiyor. Kırık dökük eski eşyaları, atılması gerekenleri, ısrarla evde tutan istifçilere benziyorsun. Her nesnenin kederli bir anısı var ama anılarla ilgilenmiyorsun. Yığmaya meraklısın. Daha fazlasına sahip olmaya âşıksın. İlgiye ihtiyacın var. Beğenilmek mühim senin için. 

Sen nesne peşinde koşarken, yas tutuyorum ben. Ölümü düşünüyorum. Geçici olduğum gerçeğini yüzüme vuruyor buruşmuş yapraklar. Çiçeksiz kalmış, boş dallar. Dikenden ibaret gül fidanları. Soğuyan hava. Balçıklaşmış toprak. Süt kadar beyaz mermerlere yazılmış isimler. Ağaçlar altında yan yana yatan ölüler. Devasa bir mezarlık kalbim. Toprak güzel kokuyor ıslanınca… Kışa giriyoruz. Yavaşça. Bu kadar hızlı bir yavaşlık, elliye yaklaşırken hissettiriyor kendini. Mafya zaman, tahsil ediyor alacaklarını. 

Sen, o taş hiç devrilmez sanıyorsun. O kadar diksin ki.  Dimdik! Ama unutma, “dimdik”, “kaskatı” demek aynı zamanda! Yürüyüşün, bir horoz kadar mağrur. Gösterişli ibiğinle hava atıyorsun âleme. Kuralları biliyorsun. Sıkı sıkı uyuyorsun. Baban öyle istedi. Zaten her şey onun istediği gibi oldu! Sana baktığında, içinde köpürmeye başlayan asitli sıvı yakıcı! Küçük saf bir kızsın. Seni sevdiğine inanıyorsun. Hangi iktidar sahibi kıskanmadan sevmiş yavrusunu? Kaçı sözünde durmuş? 

Seni parka götürecekti değil mi? Kardan adam yapacaktınız. Havuç almıştın dolaptan. Kömür bulmuştun bin bir zahmetle. Avuç içindeki kınaya kara çalmıştı kömür. Hoşuna gitmişti renklerin birbirine karışması. Kasvetli bir Pazar günüydü. Diz boyu çocuk sevinci kaplamıştı içini. Mantonu giydin, elini uzattın. Olmadı! Cehenneme gittiniz ailecek. Tutuşan bir sabahtı. Gülümsemen dondu kaldı yüzünde. Bir kardan adam hayali. Bir de babanın olmayan elleri. 

Zaten eriyecekti! Zalim bir teselli… 

Unutmamak için bir yer altı kahramanına dönüştüm. Sense kırıtarak devam ettin mutluluk oyunlarına, babana benzeyen adamları kovalayarak… Aşk değildi hiçbiri, elde etme hırsıydı çoğunlukla. Ve bir sevgilin olduğunu göstermek dünyaya! 

Bu şehir, insanların düzmece hayatlarını sergilediği bir sosyal medya platformu. Herkes ne kadar mutlu! Yarınlardan umutlu! Titreyen, acıyla kıvrılan dudakları, sahte sırıtmalara tercih ederim. Samimi buluyorum ağlayabilen insanları. Ağlakları değil. Başkasının acısına da bakabilenleri! 

O uzun çubukları, kendimizi sarsmak için kullansaydık keşke. Seni dürterdim. Başarılarından dolayı kutlar, hiç tutulmamış yasların için notunu kırardım. Baban gibi içim köpürmezdi belki. Ama ben değil de, sen kazandığın için gücenirdim hayata. “En güzel kaybeden ödülünü” kazanmışım. Beni tebrik etmek ister misin? “İkinci en iyi düşüş” ödülü de benim! Dikişlerim patlıyor sen dik duracaksın diye. Burnundan kıl aldırma sakın! “Kibir tutulması” var bu öğlen. Dışarı çıkma unutup. Güneşe neden bakamadığımı buldum! Karanlığıma yerleşmişim ben. Senin giremediğim kuyularda geçiyor ömrüm. O derinlikte nasıl nefes aldığımı merak ediyorsun biliyorum. Ölüp ölüp diriliyorum. 

O, son nefesini kollarımda verdiğinden beri, ölüp ölüp diriliyorum. Bir köpeğin gidişi devirdi beni. 

“Yıkılan bir taş” der, geçersin sen şimdi! 

“Alt tarafı bir köpek. Kocan ölse daha mı iyiydi? Topla kendini!” 

Devrilmiş halim, köpürtür zalimliğini. 

“Ölenle ölünmüyor, sil sümüklerini!” 

Sarı sıcak tüylerin içinde hâlâ ellerim. Köpeğin öldüğü saatte, 17:17’de, zamanda sıçramaya başladım. Kanguru gibiydi parmaklarım, keselerim acı içindeydi. Zaman bana sıçrıyordu aslında, sonradan anladım bunu. Ruhuma böyle yerleşti boğuntu. Sen “can sıkıntısı” der geçersin. İçimde köklenmeye başladı keder. Ölemiyorum da! Kolay mı? Kendimi yazarak öldürmeyi keşfettim böylece. Çok parçamı hakladım! Ama sen! O kadar diksin ki! En ufak bir kararsızlığın yok. Yaşamak istiyorsun. Rakiplerinin hakkından gelmek. Nasıl ayakta kaldığını dünyaya göstermek! 

Fark edilmenin cehennemi, senin cennetin olmuş! 

Kaç beğeni alır sidikli yalnızlığım? Bu şehir benden çok sana zarar verdi aslında. Oyunda kaldın. Elendim. 

Bir çuval tahıl torbasından kum gibi döküldüm yere. Küçüldükçe, dünya daha karanlık göründü gözüme. Diz boyu suçluluk! Yaşadığım için. Onca iyi yazar dayanamazken. Virgina Woolf, cebinde taşlarla suda boğulurken. Nilgün Marmara, düşerken bir balkondan. Slyvia Plath, kafasını fırına sokmuşken. Sadık Hidayet, gaza umut bağlamışken… Yukio Mişima, iç organlarına saldırmışken… 

Dik dur sen. Aldırma. Işığını parlat. Övgüler düz mutluluğa. 

Reklam panosunda gülümseyen bir kadın var. Elinde porselen kahve fincanı! Dudakların saadeti. Sanki o yüksek katta bir dairen olursa, “mutluluk” garanti! Arka taraf yemyeşil. Sanırsın ormanda yaşayacak. Pencereden kafanı çıkar, gökyüzünü göremiyorsun! Nefesine musallat oluyor yüksek binalar. Resimdeki kadını, o daireye sahip olmanın kıvancı kuşatmış.  Kapitalizm yalan seviyor! Mutluluğu nasıl pazarlayacak inşaat şirketleri?

Başka bir pano. Pırlanta yüzüğüne aşkla bakan meşhur bir dizi oyuncusu, yakışıklı kocasının omzuna yaslanmış. Huzurla gülümsüyor. Kuyumcu paraya kıymış. Beklenti büyük. Eğer o yüzüğe sahipsen, huzur garanti! 

Beş duyun bombardıman altında. O çikolatayı ye. Bu kotu giy. Sen en iyisine layıksın. Bizim bankada kazıklan. 

Her şeye rağmen, güneşin ilk parıltıları vurunca denize. Kuş sürüleri geçerken tepemden. Ağaçlar çiçek açtığında. Bir yıldız kayarken. Rüzgâr ıslık çalarken. Sağanak yağmur pıtır pıtır vurduğunda cama. Bir köpek sevinince beni gördüğüne. Kuyruğu fırıldak gibi dönünce. Çocuksu bir duygu yükselir kalbimden. Dik yürü sen. O eğriliğe rağmen, tebessüm ederim bulutlara. Kibir tutulması şehri meşgul ederken, Didem’den bir şiir okurum ben:

“Ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman.” 

Ölüm, kahverengi deri bir tasmadır kimi zaman. Bir köpeğin parmaklarında kalan sıcaklığıdır. Aylarca aç susuz kıvranmasıdır acıdan. Ölüm, sona eren seslerdir bazen. Tıkırtılar, havlamalar, iç çekişler. Rüzgâr gülü gibi dönen bir kuyruk sevinçten. 

Ölüm, son nefesini verirken, kime baktığını bilmektir kimi zaman. Kalp kıran bir veda. 

Dik dur sen. Ben devrildim o taş gibi. 

Uzun bir çubukla dürttüm seni. 

Hadi, kameraya bak, gülümse şimdi!