ULYSSES/ Tanju SARI

New York posta ofisinin 1922 yılında hummalı bir şekilde ülkeye yeni giren bir kitabı yaktığını düşünebiliyor musunuz? Bir kaç yıl sonra ise gümrük kapılarından girişi yasaklanarak vebalı bir statüde değerlendirilmişti. Tüm bu tepkilere neden olarak romanın açık saçık anlatılarla dolu olması gösteriliyordu. Günümüz şartlarında artık biliyoruz ki bütün bu yasaklamalar ancak kitabın satışını ve ona karşı duyulan ilgiyi arttırır. İrlandalı yazar James Joyce’un romanı Ulysses 1933’de aklandı ve bütün ‘açık saçıklığıyla’ 1937’de hem İngiltere hem de Amerika ‘da yayımlandı. En nihayetinde ahlakçılığın ve tutuculuğun sınırlarını zorlayan romanların çağı başlamış oluyordu. Ulysses hep değişik tepkiler almaya mahkûm bir roman olageldi. Günümüzde bu durumun değişeceğini gösteren bir emare de yok gibi. Son dönemlerde ona olan ilgi eskisine göre durulma eğilimi gösterse de her an başka bir ivmeyle Ulysses’in kitap gündemine tekrar oturduğuna tanıklık edebiliriz. 

Birileri Ulysses’den bahsedince genel olarak konusu neydi şeklinde bir soru mutlaka sorulur zira içerdiği olaylar öyle akılda kalıcı bir hikâye oluşturacak cinsten değildir. Bir iki isim hatırlanır ama daha sonra dili ve anlatım tarzıyla ilgili şeyleri tartışmak daha mantıklı gelir. Oysa Ulysses’in karakterleri ve içerisine atıldıkları küçük, kendilerine has kurgular da ilginçtir. Olayların bir gün de geçtiğini söylemekle işe başlayabiliriz hatta gerçek bir tarih bile vardır: 16 Haziran 1904, yer Dublin. Ana karakter Stephen Dedalus’u Joyce’un ‘Sanatçının bir genç adam olarak portresi’nden zaten tanıyoruz, bu kitapta tekrar beliriyor. Yahudi iş adamı Leopold Bloom ve karısı Molly belirgin karakterler. Olay örgüsüne gelince; Açıkçası heyecan verici hiç bir şey yok. Joyce için heyecan öğesi olayların akışından çok dilin akışında saklı olsa gerek. Çok kabaca Stephen ve Bloom Dublin sokaklarında gezinirler ve en sonunda karşılaşırlar, bütün olay budur. Ancak bu gezi rotası daha karmaşık bir yolculuğa , Homer’in Odyssey’ine bağımlıdır. Oradan oraya modern bir Odise gibi savrulan karakterlerin yolları, bir hamam, bir cenaze törenin, doğumhane ve bir genelevden geçer.

Buraya kadar yapılan özetten kitabın kolayca okunabileceğine dair izlenim edinilebilir ama Ulysses kesinlikle kolay bir okuma sunmaz, birçok bölümünden can sıkıntısıyla çıkarsınız ve diğer bir bölüme geçerken kitabı ne zaman bırakacağınızı merak edersiniz. Peki okuyucuların çoğunun bu çeşit bir deneyim yaşadığı Ulysses neden modern romanın en tepesindeki tahtında sarsılmadan oturur. Bu soruya tam ve kesin bir cevap vermek mümkün değil. Birçok yayınevinin reddettiği Ulysses belki de hala tam olarak anlaşılamamış olabilir ve hala gelecek okuyucuların için bir potansiyele sahip olabilir. Ya da bunların tam tersi Joyce birtakım maddelerin etkisi altında bir takım abuk sabuklamalarla romanını geliştirmiş olabilir mi? Çoğu yerde bu kanıya varmak için yeterince delil olmuyor, kaldı ki romanı her ne kadar yetkin bir çeviriden de okusak onun gerçek müziğinden onun otantik atmosferinden uzağız. Geriye Ulysses’i bir rehber eşliğinde okumak kalıyor. Bu tür bir okumanın kutsal kitapların tefsirlerini okumaya yönelik ruhani bir okuma anlama eylemi olduğunu söylemek gerek, işin zevkinden uzaklaşma tehlikesi büyük. Defalarca okumamız ve her cümlenin üzerinde durmamız gerekiyor, ve hala bir anlam elde etmenin garantisine sahip olamıyoruz. Okuyucunun elinde kayıp gidecekmiş gibi duran kitaplar vardır işte Ulysses bu tür kitaplardan ama bir iki yoğunlaşmanın ardından eğer hala hazineye ulaşma azminiz eksilmediyse çok daha garip bir şey keşfediyor ve keyfiniz yerine geliyor. Joyce romanının her yerine okunması enfes küçük hayat parçaçıkları saçıyor , bir fotoğrafın detaylarına sahip görsellikle yaşamsal anın nasıl duyumsanabileceğini öğretiyor, her ne kadar romanın yazıldığı orijinal dili İngilizcenin deyim yerindeyse dibini vuran bir şölenden uzakta kalsak ta yazının doruklarını hissettiriyor. 

Topu topu bir günde geçen olaylar dizisinde Stephan aslında Bloom’dan farklı olmadığını bütün insansal yönleriyle onunla bütünleştiğini hisseder. Roman aynı zamanda Leopold Bloom’un da etrafında döner. Karakterlerin bu şekilde bir füzyona girmesi onları olgunlaştırır gereksiz gururlarını törpüler ve evrensel bir inancın oluşturulması yönünde adeta bir projeye dönüşür. Joyce’un oluşturmaya çalıştığı insanlık projesinin inşasını görmek biz okuyuculara şaşırtıcı ve garip bir zevk verir. Okuma esnasında kimi zaman basan afakanların , çözülmesi gereken bilmecelerin, bazen anlamını zorlayan sahnelerin ardından Joyce’un parıldayan mimarisi belirir. Bu görüntüye, eğer kitabı hala elimizden bırakmadıysak, kendimizden gururlanarak ulaşırız. Stephan Dedalus tıpkı Odisseus gibi gezinip durur ama her adım atışından bir yerde İsa, bir yerde Musa, Dante, Hamlet ve daha nice ikonik karaktere dönüşür üstelik tüm sıradanlığı ve avamlığıyla yapar bunu. 

Ulysses’i defalarca okumak anlama ulaşmak için bir yöntem olabilir ya da daha sıra dışı bir okumayla onu en sevilen yerlerinden ya da rastgele herhangi bir sayfasını, bölümünü açarak okumak mümkün olamaz mı? Pekâlâ olabilir, çünkü her bir kısmın her bir sayfanın Joyce ’un deyimiyle yıllar içinde çözülmeye bırakılmış bilmeceleri vardır. Bu romanla zaten edebiyat eleştirmenleri neredeyse 100 yıldır uğraşmaktalar ve biz okuyucuların o kadar zamanı olmadığına göre anlatının kremasında tatmanın bir sakıncası olamaz.

Kendi adıma Ulysses’de belki de mesleğimden dolayı en çok Nestor bölümünü severim. Kitabın ikinci kısmını oluşturan bu bölümde Stephen bir öğretmen olarak Dalker’da çalışırken betimlenir. Sabah evinden geç çıkan Stephen okula geç varır. Ardından öğrencilerini sıkı bir sözlüye tabi tutar. Tarihler, olaylar öğrencilerin bilmesi gerekenlerdir…Cesetlerle kaplı ovaya bakan tepede bir general, harbesine dayanmış subaylarıyla konuşuyor…

Sözlüde öğrencilerin verdiği yarım yamalak cevaplar ya da bilgi kırıntıları çağrışımlarla çoğalır…Sayfada simgeler, yabansı kareli küplü başlıklar giymiş hurufattan bir maskaralar alayı bir baştan bir başa ağır aksak mağribi danslarında ilerliyorlardı (2-57)

Stephen’ın gözüyle hayat Dublin’de bir okulun dershanesinde çoğunlukla aynı daireleri çizerek ve pek az değişerek ilerlemektedir. Yanı başındaki bir öğrencisinden yansıyan görüntüde Stephen ayna etkisini yaşar kendi çocukluğunun resmini görür; Onun gibiydim ben de bu düşük omuzlar, bu zarafetsizlik. Çocukluğum yanı başımda eğilmiş duruyor. Elimle bir kez hafifçe de olsa onu okşamayacağım denli uzakta. Benimki uzak onunki gizli gözlerimiz denli (2-58)

Bu bölüm kitabın Türkçe çevirisi açısından da en çok göz dolduran kısımdır. Nevzat Erkmen’in çevirisi Joyce’un en çetrefilli ve bir o kadar derin anlatımının altından başarıyla kalkar, İngiliz dilinin ayrıntılarını, kelime dağarcığının zenginliğini ince bir elekten geçirerek Türkçeyle buluşturur. Kimi yerlerde metindeki şiirsellik imgeden öte nesnelerin anlık detayları hakkında olağanüstü resimler çizer. Örneğin bahsettiğimiz Nestor isimli bu bölüm şöyle kapanır; Ferasetli omuzlarında yaprakların ekose aralıklarından güneş ışıl ışıl pullar, danseden sikkeler saçmaktaydı (2-66)

Okuyucu için durup bir miktar satırların üzerinde yavaşlamayı gerektiren bir lirizm vardır Ulysses’de. Bu yüzden gerçek hayata dair parçalar sanki bir vodvilin içinde, konuşmaların, enstantanelerin, tarihi yüzlerin sokakların aracılığıyla aktarılır. Diğer taraftan gerçek Joyce’un sesi ’an’ denen şeyin duygusal bir bilimini oluşturmaya odaklanır.Hades adlı altıncı bölümde ilginç bir metindir. Cenaze töreni için bir araya gelinir ama cenazenin ve ölümün vurgusu başta çokça hissedilmez, anlatıma yaşama ilgin öyle bir dolgunluk hakimdir ki yarı buçuk bir matem vardır yalnızca. Yaşam ve ölüm iki belirleyici çizgidir arada gerçekleşir her şey, hayatın bu kadar hızlı akıp gitmesi karşısında ölüm de çabuk gerçekleşmelidir. Joyce bu bölümde ölümün ardından yeniden doğuma aracılık eden toprağı onun ölü bedenleri dönüştürücü gücünü dehşetengiz biçimde betimler. Geri planda ise cenaze işleri herhangi bir işyerinde olduğu gibi rutin ve sıradan bir şekilde ilerler dualar edilir rahipler işlerini yaparlar, mezarların üzerinde yüzyıllar boyunca otlar biter.

Joyce bu bölümde ayrıksı bir satırda şunu yazar: Ansızın bir başkası oluverseydik.

Ulysses aslında birazda Dublin’in gri atmosferinde hep başkası olmayı isteyenlerin hikayesini dönüp dolaşıp anlatır. Onları bilmecelerle geleneğin kalın ipleriyle sarmalar, sonuç olarak bitmeyen bir okuma çağlayanı bizi bekler; ama özel bir ilgiyle, sabırla…

Kaynakça

James Joyce’Ulysses’,Yapı Kredi Yayınları,22.Baskı,İstanbul,2019, Çev. Nevzat Erkmen

James Joyce,’Ulysses’,Penguin Books,England,1992

The Concise Oxford Dictionary of English Literature,Great Britain,1985

Tindall,William York,’A reader’s Guide to JAMES JOYCE’,New York,1959

The Portable James Joyce,The Viking Press,U.S.A,1966