PERDE ARASI Ve Bir BİTİŞ…

Yoksa şu yüzüklerinizin, boyalı tırnaklarınızın, şu gerçekten sevimli küçük hasır şapkanızın ne amacı olabilirdi?” diye sordu Isabella, Mrs Manresa’ya içinden-konuşmaya dikkat çekici bir suskunlukla katılarak. Şapka, yüzükler, gülkurusuna boyanmış, deniz kabuğu kadar pürüzsüz tirnaklar, herkes görsün diyeydi. Oysa yaşamı gizliydi. Herkes ucundan kıyısından bir şeyler öğrenmişti’’ Perde Arası, s.41

Virginia Woolf ömrünün trajik bir şekilde noktalanmasından hemen önce bir roman bitirdi ve gariptir ki intihar etmeyi onu sonlandırmadan gerçekleştirmek istememiş olabilir. Zira evrakları arasında bulunan son romanı Perde Arası aslında uzun bir geçmişe sahipti ve 1934’ten intiharının gerçekleştiği 1941 yılına dek aklını meşgul ediyordu. 

Perde Arası Woolf’un sanatını artık son kez toparladığı onu neredeyse bütün edebi teknikleri kullanarak mental bir süzgeçten geçirdiği her ne kadar bir baş yapıt olamasa da son derece zarif bir son nokta olarak okuyucuya sunduğu bir eser. 

Diğer taraftan ölümünün hemen ardından basılan roman bazı eleştirmenlere göre Woolf’un titiz denetiminden geçmemiş ve bu yüzden tam olarak bitmiş bir eser olarak sayılmayabilir. Yazar kitabının üzerinde düşünürken ve onu üretirken diğer taraftan çok daha trajik bir sonla yani kendisinin gittikçe tükenen yaşam enerjisiyle de baş etmek zorundaydı. Kendi deyimiyle düşünceleri çılgınca bir yerden bir yere sıçrarken kendi imzasını yaratan bu biçeme artık çok hakim olamıyordu ve geriye dönerek metni düzenlemek için fırsat bulamamıştı. Bu açıdan romanın kimi yerlerinde görülen gerek karakterlerde gerekse olay örgüsü geçişlerindeki esneklik bununla açıklanabilir.  

Perde Arası yazarın konusu aynı günde geçen ikinci romanıdır. Bilindiği üzere Mrs Dalloway’ de tek bir günün hikayesini anlatılıyordu ve bu son roman da aynı zamansal aralık içerisinde yani 24 saatlik bir kurguya odaklanıyor. 

Konu çok çetrefilli değil; İkinci Dünya Savaşının hemen öncesinde İngiliz kırsalındaki sakin yaşamın rahatlatıcı dekoru üzerinden gelişiyor. Bu sakinlik kısa bir süre sonra kopacak olan cehennemvari bir savaştan önceki sessizlik gibidir. 

Geniş bir arazide bulunan kır evinde İngiliz tarihine ait tiyatro eserlerinin amatörce sergilenerek kutlandığı geleneksel bir kutlama yapılmaktadır. Evin sahibi, dul ve emekli bir Hint Ordusu subayı olan Bartholomew Oliver’dır. Kendine has eksantrik ama sevimli kız kardeşi Lucy ile beraber yaşamaktadırlar. Bartholomew’ün aynı zamanda Londra’da yaşayan ama ailesiyle olan ilişkileri pek sağlıklı olmayan bir oğlu vardır. Gün içinde Bayan Manresa ve arkadaşı William Dodge gelip gösteri için kalırlar. Gösteri akşamları gerçekleşir ve üç ana bölümden oluşur. Bir çocuğun önsözünden sonra ilk sahne ve romantik diyalogların olduğu bir Shakespeare sahnesi. İkinci sahne bir restorasyon komedisinin parodisidir ve hemen ardından gelen üçüncü sahne Hyde Park’taki trafiği yöneten bir polis memuruna dayanan Victoria zaferinin bir panoramasıdır. Son sahnenin başlığı “Kendimiz” dir, bu noktada Bayan La Trobe izleyiciye aynaları çevirerek şok eder bu ani yüzleşmenin etkileyiciliği tek bir mesaj içermektedir; aslında hepimiz aynıyız yani tek kişiyiz ve bir bütünün parçalarıyız. Sahnede olanla sahneyi seyredenler arasında çok büyük yaşamsal farklılıklar yoktur.

Bu noktada Woolf’un ilettiği fikir sanatın sahnede sergilediği şeyle gerçek yaşamın şaşırtıcı benzerliğidir. Shakespeare’in yüzyıllar önceki sesiyle buluşan bir 20. yüzyıl bilgeliğidir aynı zamanda bu. Peki oyun gerçekten başarılı olmuş mudur? Gösteri biter ve seyirci dağılır. Bayan La Trobe köy barına çekilir ve yarışmanın başarısızlığı olarak gördüğü şeyi düşünerek bir sonraki dramasını planlamaya başlar. Karanlık çökerken, kır evini gizlenen Giles ve Isa, hem çatışmayı hem de uzlaşmayı çağrıştıran romanın son anlarıyla okuyucuyu baş başa bırakır.

Bir sanat eserinin herkes tarafından yaratılabileceği, hiçbir şeyin mükemmel şekilde tamamlanmış olmadığı, en üstün estetiğe sahip olmanın bir hayal olduğu ve kadın erkek arasında toplum içinde oluşturulan yüzyılların hiyerarşisinin değiştirilme imkanın düşüklüğü Woolf’un romanından yansıyan, kırık dökük de olsa hissedilen çıkarımlardır. 

Romanın son satırında Woolf dokunaklı bir şekilde şunu yazar; Sonra perde kalktı. Konuştular… Yani yaşam kaldığı yerden devam eder, ister başarı olsun ister başarısızlık akıp giden zaman için sonuçların hiçbir önemi yoktur ve hareket her zaman geride bırakılanın üzerine yenisini ekler. 

Bir perdenin kalkmasıyla birlikte sürekli olarak sergilenen sahne bizi de içine alan devasa bir oyundur, çok az değişir ve biz yok olduğumuzda da yenileri bu sahneyi doldurur. 

Perde Arası Woolf’un bize bıraktığı en son bilge ağıttır. İkinci Dünya Savaşı’na sürüklenen bir ülkenin ve umutsuz dünyanın acılı bir şarkısı gibidir.

Zefiredebiyat